Hayatında en zevk alarak okuduğun kitaplar hangileri diye sorsalar, Başucumda Müzik kuşkusuz ilk üçe girer. Çok sevdiğim ve tercihlerine çok güvendiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine iki yıl önce okuduğum bu kitap sayesinde Kürşat Başar'ın kalemiyle de tanışmış oldum. Daha önce okuduğum kitaplardan rastgele sayfalar açıp okumak adetimdir ancak bu ara Başucumda Müzik'i elimden düşüremediğimi fark edince baştan başlayıp okumak en iyisi diye düşündüm. İlk okuduğumda da kısa süre içerisinde bitirmiş olduğum Everest Yayınları'ndan çıkmış 507 sayfalık bu kitabı, bu defa da 3 günde okudum. Hikaye boyunca merakınızdan sayfaları hızlı hızlı geçmek isterken, bir yandan da tasvir edilen her duyguyu ve yüreğinize dokunacak her cümleyi içselleştirmek adına kendinizi yavaşlatmaya çalışacağınızdan hiç şüphem yok.
Kitabın konusundan kısaca bahsedecek olursak, 1950-60 yıllarında geçen hem çok karmaşık hem çok sakin hem de çok sancılı bir aşk hikayesi anlatılıyor. Bir genç kızın hayat üzerine yorumu, aşkla tanışması, kadın olma süreci ve içindeki küçük kız ölmesin diye çabalayıp durması... Kürşat Başar, önünde evlilik ya da yaş farkı gibi toplumsal normlara göre engel sayılabilecek bir sürü etken varken, her şeyi göze alıp duygusunun peşinden giden bir kadını yine kadının dilinden anlatıyor. Bu noktada bir erkeğin, bir kadının yüreğini bu kadar güzel anlatması yazarlıktan başka bir şey değildir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Genelde bir roman okurken kendimi karakterlerin yerine koymayı severim fakat bu kitapta bunu asla yapamadım. Zaten karakterlerin gerçek hayatta belli kişilere tekabül ettiği söylentileri ve kitabın başındaki ''...Bu kitapta yazılanların hepsi gerçektir. Ama aynı zamanda hepsi yalandır. Çünkü onu ben yazdım.'' ifadesi insanı kişileri çözmeye ittiği için dışarıdan bir göz ile yaklaşıyorsunuz. Ayrıca 507 sayfa boyunca dilinden tüm hikayeyi dinlediğimiz kadın karakterin ismine dair hiçbir ifade de yer almıyor; bu da dikkatimi çeken bir başka noktaydı.
Kitapta beni en çok etkileyen şey belli anların, hislerin, duyguların ve durumların nasıl ve hangi cümlelerle tasvir edildiğiydi. O kadar çok altını çizdiğim ve o kadar çok içime işlediğim cümle var ki, bu kitabı başucumdan nasıl ayırabilirim bilmiyorum. Kitap boyunca okumayı en sevdiğim kısımlar ise, birbirine aşık iki karakterin yazıkları mektuplar ve notlardı. Siz bu konuda ne düşünürsünüz bilmem ama bu hayatta birine mektup yazmaktan daha naif ve daha ince bir davranış var mı, emin olamıyorum. Bomboş bir kağıda mürekkebini ve içindekileri akıtan, eski zamanlardan kalma zarif bir adetle tenini sindire sindire sadece sizin için kelimeleri sıralayan birinin sevgisini tartışamazsınız.
Eğer bir eleştiri getirecek olursam, metin boyunca göz çarpan yazım yanlışları ve imla hataları oldukça can sıkıcı olmuş. Bu kadar güzel bir kitap okurken böyle ufak şeylere gözüm takılsın istemezdim.
Hayatımda okuduğum en güzel üç kitaptan bir tanesiydi diye tanımladığım Başucumda Müzik'i tavsiye ettiğim arkadaşlarımdan beğenmeyenler de oldu. Sanırım böyle duygu yüklü kitaplar okurken hayatınızın bu hissiyatın içine girebileceğiniz bir döneminde olmanız gerekiyor, zira aynı frekansta değilseniz benim içime işlediğim cümle sizin üstünü dahi çizebileceğiniz bir ifade olamıyor. Eğer bu kitap için, siz de benim gibi aynı noktadan yükselirseniz benimle paylaşırsanız çok sevinirim.
Her zamanki gibi kitaptan hoşuma giden bir alıntıyla yazımı noktalıyorum: '' 'Bu adam, başlamışken bitirmek için okunan kitaplara benziyordu. Üstelik pek çoğunu acaba ne olacak diye okursun ama sonunda hiçbir şey olmaz.' demişti. ''