Ramazan Bayramı için yolculuğa çıkarken yanıma uzun zamandır rafta okunmak için bekleyen Bülbülü Öldürmek kitabını aldım. İyi ki de almışım, uzun zamandır böylesine soluksuz okuduğum nadir kitaplardan biri oldu. Çok ince bir kitap olmamasına rağmen elimden bırakamayarak 3 günde bitirdim.
Ülker İnce çevirisi ile Sel Yayıncılık'tan çıkmış 357 sayfalık bu kitabı geçen yaz babil.com'dan satın almıştım. Açıkça söylemeliyim ki, kitabı okurken hiç başka dilden çevrilmiş hissine kapılmadım; bu bağlamda çevirinin hakkını vermek gerekir diye düşünüyorum. Bülbülü Öldürmek, bir çocuğun gözünden Amerika'nın güneyinde yaşanan ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme, cinsiyetçilik ve eşitsizlik durumlarını anlatıyor. Bir çocuğun saf ve yalın penceresinden adalet, özgürlük, eşitlik, toplumsal cinsiyet rolleri gibi birçok kavram sorgulanıyor. Çocuk kahramanımız Scout Finch, kendi büyüme sürecinde etrafında olup bitenleri komşuluk ilişkileri, ilçenin genel havası, babasının avukatlık mesleği üzerinden anlatıyor.
Haksız yere suçlanan bir ''zenci''nin davalarıyla alevlenen olaylar kitabın yükseliş noktası diyebiliriz. Sayfaları geçerken bir an okuduğunuzu unutup kendinizi kocaman bir mahkeme salonunda hayal ediyorsunuz. Kitap sizi içine öyle alıyor ki, bu haksızlığa tahammül edemeyip bir laf etseniz yüzlerce surat size dönecek ve bir yargıç size susmanızı söyleyecek; işte bu yüzden sessizce hızlı hızlı sayfaları atlıyorsunuz. Olayların akışı bu kadar heyecanlıyken sonunu sizin keyifle okuyacağınız dakikalara bırakıyorum.
Irkçılık üzerine şekillenen ve hep bu kavramla konuşulan Bülbülü Öldürmek, bence çok ön planda olmamasına karşın çok önemli bir başka konu hakkında inanılmaz derecede mesajlar veriyor. Sayfaları atlarken bir bakıyorsunuz toplumsal cinsiyet rolleri üzerine kafanızda sorular oluşmaya başlamış. Kadın olmak nedir, erkek olmak nedir, bu bir an mıdır yoksa bir süreç mi ve bir süreçse bu süreç ne zaman başlıyor... Kahramanımız Scout kız çocuğu olmanın normlarına asla uyum sağlayamayan, tulumunu üzerinden çıkarmayan, abisiyle erkeklere addedilen oyuncaklarla oynamaktan inanılmaz zevk alan, ''bir kız gibi'' ile başlayan cümleler duymamak için kimsenin cesaret edemeyeceği işlere kalkışan ve halasının arkadaşlarıyla kahve içip dedikodu yaptığı ortamlarda sıkıntıdan fenalık geçiren bir kız çocuğu. Kitap boyunca abisi zamanla kendi özgürlük alanını oluştururken, Scout' a sürekli telkinlerde bulunulduğunu görüyoruz. Hatta ''bir hanımefendi'' gibi yetişebilmesi için halası gelip Scout'un bakımıyla ve terbiyesiyle ilgileniyor. Scout'tan kibar, nazik, kırılgan, şık giyinen, suya sabuna dokunmadan ılımlı halini koruyabilen bir hanımefendi olması bekleniyor ancak Scout o tulumlu kız olmaktan asla vazgeçemiyor. Kendini gerçekleştirebilmesi için etrafındaki bütün sınırlar kaldırılan erkekler ve kendini unutup istenilen kalıba girmesi için telkin edilen kadınların birer örneği olarak Jem ve Scout her şeye rağmen inanılmaz bir kardeşlik tablosu çiziyor.
Siyah ve beyaz olmanın anlamsız kavgası ırkçılık kavramıyla kitabın hemen her sayfasında boy gösteriyor. Bir beyaz için çok kolay görünen şeyler, sırf teniniz başka renk olduğu için kördüğüme dönüşüyor. Kitapta vurgulanan söz aslında her şeyi anlatıyor: ''İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.''
Kitabın bir bölümünde Hitler ve Yahudilerden şaşkınlıkla ve öfkeyle bahseden insanlar birkaç sayfa sonra salt bir ten rengi yüzünden ırkçılığın hat safhalarında yüzüyorlar. Şimdi de düşünmek lazım diyorum; siyah ya da beyaz olmanın doğurduğu bu ayrımcılıktan nefretle bahsederken başka konularda yanlışa düşüyor olabilir miyiz? Herkes hem bir yandan bir önceki dönemin ırkçılarından nefret eder hem de yarın için yenileri beslerse, saksağanların kaderi ebediyen ölüm olacaktır.